
Engelli bireylerin evlenme sürecine dair toplumun yanlış algıları, yalnızca bu bireylerin değil, tüm insanlığın üzerinde bir utanç damgası gibi durmaktadır. Tarih boyunca süregelen bu yanlış bakış açısı, ne yazık ki günümüzde de büyük ölçüde devam ediyor. Ailelerin, toplumun, hatta devletin dahi engelli bireylere yönelik tutumları, evlenmek gibi en temel insani hakların bile sorgulanmasına neden oluyor. Peki, neden? Neden sevmenin, sevilmenin, bir hayat kurmanın, aşkı yaşamanın önünde bir "engel" var?
Engelli Olmak Aşkı Yaşamaya Engel mi?
Engelli bireyler sevmeye, sevilmeye layık değil mi? Toplumda hâkim olan anlayış ne yazık ki bunu söylüyor. Sanki bir bireyin fiziksel ya da zihinsel durumu, onu insan yapan duygularından, tutkularından, hayallerinden koparabilirmiş gibi bir algı yaratılıyor. Oysa insanı insan yapan, onun ruhudur; bedeni değil. Aşkın ne fiziksel ne de zihinsel engelleri dinlemediğini bilmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok. Bir insanın sevme kapasitesi, fiziksel engellerle ölçülemez; tıpkı duygularının engellerle sınırlanamayacağı gibi.
Ancak toplum, ne yazık ki engelli bireyleri evlenme hakkından bile mahrum bırakacak kadar acımasız olabiliyor. Aileler, "Benim kızım, oğlum engelli biriyle mi evlenecek?!" diye utanç duyarken, aslında kendi çocuklarının mutluluğunu hiçe sayıyor. Bu düşünce, sevgiyi, evliliği yalnızca fiziksel görünüşe indirgeyen sığ bir anlayışın ürünüdür. Oysa bir evliliğin temelinde yatan şey; sevgi, saygı, uyum ve karşılıklı anlayıştır. Fiziksel engeller, bu unsurların önüne geçemez, geçmemelidir.
Toplumsal Algının Yarattığı Zorbalık
Engelli bireylerin karşılaştığı en büyük zorluklardan biri, kendilerini topluma kabul ettirmek zorunda bırakılmalarıdır. Sadece sevdikleri kişiyle evlenmek isteyen bir birey bile, toplumun acımasız bakışları altında eziliyor. Karşılarına çıkan engeller sadece fiziksel değil, aynı zamanda toplumun önyargılarından ve aile baskısından kaynaklanıyor. Ailelerin, "Benim kızım ya da oğlum daha iyisini hak ediyor" gibi küçümseyici ve aşağılayıcı düşüncelerle engelli bireyleri evlilik dışı bırakma çabası, aslında insanlığın özüne yapılan bir saldırıdır.
Bu sadece bireyler arasında kalmıyor, toplumun genelinde yaygın bir anlayış haline geliyor. Engelli bireylerin ancak başka bir engelli bireyle evlenmesi gerektiği algısı, onlara dayatılan bir “ikincil” insanlık anlayışıdır. Bu, sağlamcılık dediğimiz hastalıklı bir düşünce tarzının yansımasıdır. “Engelli bireyler yalnızca kendi aralarında evlenebilir, çünkü bir engelli ile bir ‘sağlam’ kişi aynı evde nasıl yaşayabilir?” gibi sorular toplumda yaygınca soruluyor. Bu tamamen saçma bir anlayıştır. Her insan gibi engelli bireyler de, duygularıyla, karakterleriyle, hayata bakış açılarıyla sevgi dolu bir ilişki kurabilirler. Karşılarındaki kişinin engelli ya da engelsiz olması, bu denklemi değiştirmez.
Ailelerin Baskısı ve Engelliliği ‘Utanç’ Olarak Görme Yanılgısı
Bir başka sorun ise ailelerin, çocuklarının bir engelli bireyle evlenmesine karşı gösterdikleri sert tutumdur. "Kızım bu kişiye mi layık?", "Oğlum neden engelli biriyle evlensin?" gibi sorular, adeta bir çığlık gibi duyuluyor. Bu sorular, aslında derin bir cehaletin ve eğitimsizliğin ifadesidir. Aileler, çocuklarının mutluluğunu bedensel durumla ilişkilendirerek, onları sevdikleri kişiden ayırmaya çalışıyorlar. Oysa bir insanın mutluluğu, dış görünüş ya da fiziksel yeteneklerle değil, kalp bağıyla sağlanır. İnsanlar, kalpleriyle birbirlerine bağlanır; vücutlarıyla değil.
Engelli bireylerin, bu acımasız toplumsal baskılarla mücadele etmesi yetmezmiş gibi, sevdikleri kişilerin aileleri tarafından da reddedilmesi, onların yaşadığı travmanın boyutlarını artırıyor. Kendilerine karşı beslenen bu önyargılar, toplumun genel eğitim ve bilinç düzeyinin eksikliğini gösteriyor. Ailelerin bu tarz yaklaşımlar sergilemesi, engelli bireylerin sevgiye, aşka ve bir aile kurmaya olan inançlarını zedelemekle kalmayıp, onların hayatlarına da büyük bir darbe vuruyor. Bu anlayışın değişmesi şarttır.
Eğitim ve Bilinçlendirme: Toplumsal Algının Dönüştürülmesi
Toplumdaki bu derin yaraları sarmak için acilen eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır. Okullarda, iş yerlerinde, televizyon programlarında, sosyal medyada sürekli olarak engelli bireylere yönelik farkındalık yaratılmalı ve bu bireylerin yalnızca bir "engel" olarak değil, her yönüyle bir birey olarak kabul edilmesi sağlanmalıdır. Bu farkındalık arttıkça, engelli bireylerin evlilik gibi en temel haklarına yönelik önyargılar da kırılacaktır.
Çünkü evlenmek, bir insanın en doğal haklarından biridir. Sevgi, saygı ve karşılıklı anlayışa dayalı bir ilişki kurmak için kimsenin onayına ya da iznine ihtiyacı yoktur. Her birey, fiziksel ya da zihinsel durumu ne olursa olsun, bir başkasını sevebilir ve sevilebilir. Engelli bireylerin de aynı şekilde bu hakları vardır ve onların önüne çıkarılan her engel, aslında toplumsal vicdanın bir yarasıdır.
Medyanın Gücü ve Doğru Rol Modeller
Medyanın da bu konuda önemli bir sorumluluğu bulunmaktadır. Filmler, diziler, haber programları, engelli bireylerin topluma daha fazla entegre olmasını sağlamalıdır. Ancak medya, çoğu zaman engelli bireyleri ya aşırı dramatize ederek ya da onları kahramanlaştırarak yanlış bir resim çizer. Engelli bireylerin kahraman olmalarına gerek yoktur; onlar zaten toplumun bir parçasıdır ve normal insanlar olarak kabul edilmeleri gerekir. Engelli bireylerin günlük hayatlarını, sevdikleri insanlarla kurdukları ilişkileri, evliliklerini ve mücadelelerini normalleştirerek topluma sunmak, medyanın en büyük görevlerinden biri olmalıdır.
Doğru rol modellerin medyada yer alması, toplumun engelli bireylere yönelik algısını değiştirebilir. Genç bireylerin, çocukların, ailelerin bu rol modelleri görerek empati kurabilmesi, zihinlerindeki önyargıların yıkılmasını sağlayacaktır. Engelli bireylerin evlenmeleri, sevgi dolu bir ilişki yaşamaları ve bir aile kurmaları, toplum için bir tabu olmaktan çıkarılmalıdır.
Sonuç: İnsan Hakları ve Sevgi Herkes İçindir
Engelli bireylerin evlenme süreçlerindeki zorluklar, toplumun hâlâ aydınlanmaya muhtaç olduğunu gösteren acı bir gerçektir. Sevgi, insan olmanın en temel duygusudur ve hiçbir fiziki ya da zihinsel engel bu duygunun önüne geçemez. Toplumun bu gerçeği kabul etmesi, yalnızca engelli bireyler için değil, insanlık onuru için de bir gerekliliktir.
Ailelerin, toplumun ve bireylerin artık bu dar kalıplardan sıyrılması, engelli bireylere yönelik önyargılarını bir kenara bırakması gerekiyor. Engelli bireyler de herkes gibi sevme, sevilme ve bir hayat kurma hakkına sahiptir. Bu hak, onların onurudur ve toplum bu onuru zedelemekten vazgeçmelidir. Ancak o zaman, gerçekten eşit, adil ve insanca bir yaşam sürebiliriz.