
Engelli bireylerin yaşam kurma hakkı, toplumun dar kalıplarına sık sık takılıyor.
Ne zaman bir engelli birey, bir başka insanla hayatını birleştirmek istese, aynı cümleler tekrar tekrar karşımıza çıkıyor:
“Ev işinde yardımcı olabilecek mi?”
“Yemek yapabilecek mi?”
“Çocuğa bakabilecek mi?”
“İleride hasta olursa ne olacak?”
“Onunla hayat zor geçmez mi?”
“Sen daha rahat bir hayat kuramaz mıydın?”
Oysa kimse şunu sormuyor:
“İki insan birbirine nasıl destek olacak?”
“Hayatı birlikte nasıl güzelleştirecekler?”
Çünkü toplum, hâlâ hayatı kusursuz bedenlere teslim edilecek bir yarış gibi görüyor.
Kimi zaman bir yürüyüş farklılığı, kimi zaman bir görme, işitme farkı, yaşamı yaşanmaz bir yük gibi sunuluyor.
Oysa gerçek şu:
Engelli bireyler, kendi yaşam düzenlerini kurmayı bilen, kendi evlerini yöneten, kendi sorumluluklarını taşıyan bireylerdir.
Bir engelli birey, belki yemek yaparken farklı yöntemler kullanır, belki ev işlerini alışılmışın dışında yöntemlerle organize eder.
Ama yaşamı idame ettirmek, sadece beden gücüyle değil, irade, planlama ve dayanışma ile olur.
Bugün bir engelli bireyin ev kurabileceğini sorgulayanlar, yaşamın sadece fiziksel yeterliliklerle sürdürülebileceğini sanıyorlar.
Oysa hayat, dayanışmayla, anlayışla, birlikte çözüm üretebilmekle mümkündür.
Birbirine destek olan iki insanın hayatında, kim neyi nasıl yaptığı değil, zor anlarda birbirinin yanında nasıl durduğu önemlidir.
Engelli bireylerin “yardım edebilecek mi?” sorusuyla yargılanması, onların insanlık onuruna yapılan en ağır müdahalelerden biridir.
Çünkü bu yaklaşım, bireyi bir yük gibi görür;
Oysa engelli birey, hayatı paylaşacak bireydir, yük değil.
Hayat, sadece fiziksel güç üzerine kurulu değildir.
Hayat, anlayışla, sabırla, birlikte büyümekle kurulur.
Ve en önemlisi:
Kimsenin hayat kurma hakkı, başkasının tereddütüne, ön yargısına ya da korkularına bağlı değildir.
Her bireyin hayatı inşa etme hakkı vardır.
Ve hiçbir farklılık, bu hakkı gölgeleyemez.